BY ZEYNEP TOZDUMAN
Son beş yıldır güneyde sınır komşularımız olan Suriye ve Irak’ta oluk, oluk insan kanı dökülüyor. Sınırımızın doğusunda ise Azerbaycan’ın Ermeni halkına bitmez, tükenmez kini yüzünden İŞİD ile ortaklaşarak ateşkesi ihlal edip Dağlık Karabağ’a saldırmasıyla ayrı bir acı yayılıyor şimdilerde yüreğimize.
Yaşadığımız yüzyılda öyle bir vahşete tanık oluyoruz ki hep birlikte. Kafa kesmeler, kafeslerde insan yakmalar, kadın ve çocukların köle pazarlarında satılması, kilise ve manastırların ve de insanlık mirası olan binlerce yıllık tarihi yerlerin acımasızca tahrip edilmesi ve tüm bu vahşetin ahlaksızca basına servis edilmesini izliyoruz.
Ülkemizde ise Suruç, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da bombalarla yüzlerce sivil insanın katledilmesi, vahşet bodrumlarında insanların ölüme terk edilmesi, çocuk tecavüzleri ve her türlü cinsel sapkınlıklar v.b gibi onca acının süzgecinden geçiyoruz..
Bütün sınır komşularımızla kavgalıyız. İktidarı destekleyen havuz medyasında, sürekli savaş çığırtkanlığı yapılıyor. Sünni Türk’den gayrı herkes bize düşmanmış gibi empoze ediliyor yüzyıllardır.
1 Kasım 2015’den günümüze değin bölgede yaşanan savaşta; insanlar vahşet bodrumlarında an be an dünyanın gözü önünde ölüme gittiler. Hangi il veya ilçe vurulacaksa ilkin o ilçenin öğretmenlerine, Milli Eğitim Bakanlığından bir mesaj gönderiliyor.
Bu mesajla Eğitimciler, Eğitim semineri altında bölgeden uzaklaştırılıyor. Çocuklarını bırakıp giden öğretmenler kadar öğrencileriyle birlikte zulme direnen eğitimciler kalıyor bölgede. Hemen ardından sokağa çıkma yasaklarıyla başlayan savaşta, önce evler boşaltılıyor.
Akabinde İnternet erişimi yasaklanıyor, muhalif basın susturuluyor, yayın yasağı getiriliyor..Boşaltılan evler ve okullar birer karargaha dönüştürülüyor. Evlerin yatak odalarına ve duvarlara “Bodrum’da aşk bir başka güzeldir” gibi Pornografik yazılarla insanlık al -aşağı ediliyor. Sokaklardaki duvarlar ise yeni bir ülkeyi işgal etmişçesine “Türk’ün gücünü göreceksiniz , ” Ermeni piçleri v.s” yazılarla savaş bütün çirkinliğinle bölgede sergileniyor. Sonrada insanlar vahşet bodrumlarında gün be gün ölüme gönderiliyor.
O da yetmiyor, ölü bedenler çıplak halleriyle sosyal medyaya özellikle servis ediliyor. Tıpkı İŞİD’in Irak, Suriye ve son olarak Azeri milislerle birlikte Ermenistan/Karabağ’nda yaptığı gibi…
İnsanlık; bir gün acıların ve sevdaların şehri Diyarbakır/ Sur, Silvan’da, bir gün Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin, İdil’de, bir diğer gün Gever’de ölüyor…
Aylarca süren sokağa çıkma yasakları yüzünden susuz, elektriksiz, ekmeksiz, İnternetsiz bu zulme direnenler kalıyor geride… Bu acımasız savaşta 500 bin insan göç etti. 1000’e yakın insan katledildi.
Sadece insanlar mı katlediliyor benim ülkemde. İnsanlık tarihinin bir mirası olan o güzelim dokularda bu katliamdan payını alıyor. Kiliseler, camiler, Tarihi evler, Çeşmeler, Sur’lar da zarar görüyor bu savaşta. Bununla da kalınmıyor. Yıkıntılar arasında iktidarın kendilerinin yöneteceği yeni bir şehir projesi çiziliyor hemen. Bu projede özellikle Diyarbakır/ Sur’da bazı tarihi binalar, ibadet yerleri ve de Sur Belediyeside Bakanlar Kurulu kararıyla 25 Mart 2015’de toplam 6 bin 300 yer kamulaştırılma kapsamına alınıyor.
Kamulaştırma kararı alınan yerler arasında Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi, Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi, Keldani ve Protestan Kiliseleri de kamulaştırıldı. Hatırlarsanız, 2011’de Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi ve Diaspora Ermenileri ortaklığında restore edilerek Surp Giragos kilisesi ibadete açılmıştı. Bu dört kilisede kurucu oldukları vakıflara ait olmasına rağmen devlet burada sadece hukuksuzluk yapmıyor, bu toprakların kadim Hıristiyanlarının yüreklerindeki son umut ışığını da söndürüyor. HDP milletvekili Garo Paylan’nın bu konuyla ilgili meclise soru önergesi vermesine rağmen henüz bu konuda Ermeni, Süryani, Keldani ve Protestan kiliseleri adına bir iyileştirme mevcut değil.
Bu ülkenin kadim Hıristiyan halklarını ve özellikle Süryani halkını araştırma ve dayanışma amaçlı da olsa hayatımın 10 yılına ev sahipliği yapan Diyarbakır; hep yaşanılası sevdaların, direnişlerin ve acıların şehri olarak yüreğimin en derin yerinde, en derin acılarla yer aldı bu güne değin. Yukarıda yazdığım 4 kilisede de ama özellikle Süryani Kadim Meryem Ana kilisesinde o kadar çok anılarım var ki.
Diyarbakır’ın o kavruk, çocuksu, esmer yürekli hüzün yüklü yüzüne sevdalıyım yıllardır. Dikranagert/ Omid/ Amed sizin şehriniz, ben ise hep yolcusuyum. Ama hep aynı handa konaklayan bir yolcu… Önce Ermenileri tarumar ettiler, sonra kalbimin hiç vazgeçemediği Süryanileri… Sonra da Rumları, Yahudileri. Şimdilerde de Kürtleri…
Acı, bizim ülkemizde nedense hep aynı replikle geliyor. Aslen Digranagert/Diyarbakırlı olan dostum Bedros Dağlıyan’nın bu konuyla ilgili makalesinde http://halkinnabzi.com.tr/surp-giragosun-ahi-vardir/dediği gibi belkide Surp Gragos’un ahı var Sur’da. Kim bilir?
Öyle bir ah ki bu ah! Dokunduğu herkesi yakıyor adeta. Bende bu yüzden ateşi çaldım Amed’den. Ol ateş ki Vahşi batıda olmayan insanlığı, insana yanmayı öğreten.
Şimdi biz Türklerin başta Ermeni halkı olmak üzere Süryani, Rum, Yahudi ve Kürt halkına o kadar çok insanlık borcu var ki. Bu borç nasıl ödenir bilmiyorum. Ama acınızı yüreğimin en derin yerinde sizlerle birlikte yaşıyorum. Her bir halkın yüreğinden ince, ince, usul usul öpüyorum. Yaşadığımız bu savaş ikliminin- yakın zamanda düzelmeyeceğini bilsek de – bir an evvel barışa evrilmesini tüm kalbimle istiyorum. Ve özgürlük için direnen Kürt halkına güveniyorum. Çünkü özgürlük için direnen Kürt halkı mutlaka Ermeni, Süryani, Protestan kiliselerine de sahip çıkacak. Kürt halkı kendine yakışanı yapacaktır eminim. Nasıl ki 2011’de Kürt halkının dayanışmasıyla Surp Gragos kilisesi restore edilip görkemli bir törenle açılış yaptıysa o emaneti gözü gibi koruyup yeniden bu halklara verecektir.
Benim ülkemde bir ay, bir hafta hatta bir gün bile işte tüm bu acılar yüzünden çok uzun bir zamandır… Can güvenliği olmayan bir ülkede ne olacağımız bile belli değil. Burası Avrupa değil kanın ve gözyaşının ülkesidir. Avrupa’da günler su gibi akar elbette…
Benim ülkemde bir günde, bin yıllara sığmayan büyük acılar yaşanır hep. Bundandır bir saat bile hiç geçmez olur. Akrep ve yelkovan bir döngü içersinde olmaz hiç. Bizler hep zamana karşı yarışırız. Direncimiz İnsanlık bahçesinin güzelleşmesi içindir.
O yüzden bizim gibi insanlar, güzel An’ların kıymetini iyi bilirler ve asla unutmazlar. İnsanca yaşam adına düşenlere/direnenlere ve bir güneş gibi gelecek olanlara selam olsun.
ZEYNEP TOZDUMAN