By Zeynep TOZDUMAN,
English Translation and see aftter in Turkish
24 Nisan 1915’in üzerinden tam 101 yıl geçti. 101 yıldır ölüleri gömülmeyenlerin ülkesinde, belki de bu yüzden ne huzur var, ne de barış. Şimdi göklerde birer yıldız olan, kefensiz ölülerin ahıyla sulanmış dört bir yanımız.
Dile kolay!
101 yıllık yüzleşilmeyen acılarla yaşıyoruz. Daha dün gibi yaşanan acılar. Henüz yaralar sarılmadı.101 yıldır yaralarından, kan damlıyor insanların. Bu ülkenin kadim Hıristiyan halklarının yaşadığı, ama sizlerin inatla ve ısrarla görmediği 101 yıllık yas var bu ülkede yas. Geçtiğimiz 24 Nisan 2016’da İsveç’te TV4’de, Seyfo ( Süryani Soykırımı) belgeselini engellemeye çalışan İsveç’te yaşayan Azeri ve Türkiyeli Türkler, İsveç’te TV4 kanalında belgeselin yayınlanmaması için baskı kurmaları, asla anlaşılır bir durum değildir. Şahsımın da yer aldığı Seyfo belgeselinde genel olarak 1915’de yaşanan acılar dillendiriliyor.
Irkçılık öyle bir hastalık ki kan kokar nefesler.
Yine geçtiğimiz Nisan ayı başlarında hatırlarsanız! Sosyal ve görsel medyada, Azeriler; Dağlık Karabağ’da ateşkesi ihlal etmişti. Azerilere, ateşkesi ihlal etmek, yetmemiş olsa gerek bir de üstüne İsveç’te Ermeni düşmanlığı üzerine düzenledikleri miting de ”Ermeni itlere Ölüm” sloganları atılmıştı. Bunun sonucunda İsveç hükümeti, Türk işçi derneğini, Federasyondan attı. Hemen akabinde İsveç Yeşiller partisinden bakan olan Türk milletvekili Mehmet Kaplan’ın aşırı sağcı- antisemitik ve islamcılarla olan ilişkisi ve açıklamaları nedeniyle istifaya zorlanması ve ertesinde istifa etmek zorunda kalması partisinde ve İsveç’te krize yol açmıştır.
O gün, bu gündür aşırı sağcı, ırkçı Türkler yüzünden, İsveç’te sular bir türlü durulmadı. Hem suçlu, hem güçlü olmak deyimi tam da bu yaşananlar için olsa gerek. Bundan tam 101 yıl önce Anadolu denilen topraklarda işlenen İnsanlık suçuna, daha fazla ortak olmamak için bir Türk kadını olarak, acı yaşayan halklardan büyük insanlık önünde bir kez daha özür diliyorum.
Gelin!
Bu ölüleri hep birlikte kaldıralım ve artık huzur bulalım. 1.5 milyon Ermeni + 350.000 Pontus Rum + 400- 500.000 Süryani’nin katliama uğradığı bu büyük acının üzerindeki sis perdesini birlikte kaldıralım, geçmişimizle bir kez olsun yüzleşelim. Bu, vicdan sahibi herkesin insanlık görevidir aynı zamanda. Ülkemiz, 1915’den günümüze büyük bir mezarlığa dönüşmüştür. Bu, ölüyü kaldırmak en çokta, başta Türklere, Kürtlere, Araplara, Lazlara, Çerkezlere düşer. Soykırımda payı olanların torunlarına ve o dönemde emval-i metruklere el koyanlara ise daha çok görevler düşmektedir.
Sürekli bu konuda belge isteyenlere M.Kemal’in kurucu meclis konuşması bile yeterlidir, anlayana. Yüz yıldır sürekli bir şekilde arşivleri açtık diyen iktidarlar bilmeli ki Soykırım; salt bir evrak sahtekârlığınla açıklanacak kadar basit bir olay değildir. Soykırım; toplumsal ve politik bir olay olup, nüfusun demografik yapısının ve sermayenin el değiştirmesidir aynı zamanda.
Kemalist cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal, ilk kurucu meclisin açılışının ikinci günü, 24 Nisan 1920’de yaptığı bir konuşmada
”Ermeni katliamından ”utanılacak bir eylem” olarak söz etti. On iki gün sonra, Ordu Komutanı Kazım Karabekir’e gönderdiği bir mesajda, ”yeni bir Ermeni katliamı ” ihtimali karşısında duyduğu endişeyi dile getirirken, açıkça ”katliam”kelimesini kullandı. Mustafa Kemal’in bu katliamları kabul etmesi, katliam kurbanı Ermenilerin toplam sayısının 800.000 olduğunu açıkça söylemesiyle bu tavır özel bir anlam kazandı.”.(197).
Sayının 1,5 milyon ya da 800.000 olması bu topraklarda yaşatılan acı gerçeği değiştirmez. 1915 soykırımı ve akabinde İslamlaştırma ve asimilasyon politikaları sonucunda 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Ermeni nüfusu 123.612 ‘e düşmüştür. Genel toplam içindeki Gayri Müslim nüfusu ise % 1,1’e düşmüştür. Nasıl oluyor da 1915’e kadar her 5 kişiden birinin gayri Müslim olduğu Anadolu’da, nüfus 1927 yılında %1,1’e düştü. Suçluyuz hepimiz; bu yas, bu acı hepimizin.
24 Nisan 1915 tarihi, bu ülkenin kadim Hıristiyan halkları için büyük bir felaketin, kanlı ve kirli tarihimizin ise başlangıcıdır. Elbette bu topraklarda acılar ve zorla Müslümanlaştırmalar 1915’le başlamadı. Osmanlı’da uygulanan zımmi sözleşmesiyle elleri, kolları bağlanan gayri Müslim halklar 1842- 1844 Nasturi katliamı ile başlayan, 1915- 1924’e kadar sistematik bir şekilde devam eden katliamlar yüzünden, bu toprakların en kadim halkları; evlerinden, yurtlarından, acımasızca yok edildi.
Bir zamanlar her beş kişiden birinin Gayri Müslim olduğu bu ülkede, bu günkü nüfus popülâsyonuna göre en az 10- 15 milyon civarında olması gerekirken 60- 70.000 kişi kalmıştır. İnsan ata toprağını; ekonomik, sosyal nedenler dışında niye terk eder? Ana yurdunda, yaşatılan baskı ve korkulardan, gurbet ellerde niye hep gidemediği memleketinin hasretini çeker? Neden Ağrı( Ararat)’nın hep sol yanı ağrır? Neden Ararat sadece bir dağ değil de, derindir? Avrupa ve Amerika’da solunan her nefes, neden hep Mezopotamya kokar? Turabdin deyince neden hep gözyaşları sular Mardin’i? Bet Nahrin’li düşlerle rüyalara neden yatılır?
İsveç’teki TV 4’ü protesto edenler; Kadim Hıristiyan halklara bitmez, tükenmez nefret kusanlar, hiç düşündünüz mü? 1915’de katledilen ya sizin atalarınız olsaydı! Yine böyle mi davranacaktınız? Bir kez olsun empati kurun yalvarırım, anlamaya çalışın ötekini. Bu sizi yüceltir, insan yapar.
Her soykırımda yakılmış, yıkılmış, tahrip edilmiş, harabeye dönüşmüş, o şen ve canlı aile ocakları hep yok edilmiştir. Kadim Hıristiyan halkların; asırlık servetleri ve refahı erimiş, kiliseler, manastırlar, kabristanlar ve kutsal mekânlar kirletilmiş veya ahıra çevrilmiştir. Ölenleri kıskanacak kadar büyük acılar yaşayan kadınların ise tek düşündüğü durumlarının ne olacağıdır. Biz kadınlar biliyoruz ki kadınlar; her savaşta ve soykırımda iki kez kırıma uğruyoruz. Birincisi; etnik ve dini olarak, ikincisi; cinsiyet olarak ya tecavüze uğruyoruz ya da cellâtlarımıza eş, evlat edinilenerek kimliksizleştiriliyoruz. Tamda bu yüzden biz kadınların soykırımlara/ savaşlara daha fazla karşı çıkması gerekiyor.
Dün Ermeni, Süryani, Pontus Rumlar iç düşmandı. Bu gün ise Kürtler… Neden, şu üç günlük dünyada dostça yaşamak, paylaşmak varken hep bir düşman yaratıyorsunuz? Unutmayın ki herkes bir diğerine göre ötekidir. Türkiye dışında yaşayan her Türk, o ülkenin yurttaşlarına göre bir ötekidir.
Bir kez olsun ötekinin yüreğiyle bakabilseydik 101 yıllık acılara… Mezarsız ölülerin çığlıkları yankılanmazdı Sur, Cizre, Nusaybin, Silvan, Silopi, Van, Konsantinopolis ( İstanbul), Smyrina ( İzmir)’de. Kaldıralım üzerimizdeki bütün ölümcül kimlikleri, bir kez olsun insana yanmaya, insanı anlamaya gidelim.
Faşizme inat; ülkenin dört bir yanına barışın, hoş görünün, insanca ve eşit koşullarda yaşamanın tohumlarını ekelim.
ZEYNEP TOZDUMAN
Kaynakça;
197- ” Rauf Orbay’ın Hatıraları’ ( d.n.18),S.179
24 Nisan bir vicdan hareketidir /APRIL 24 MOTION FOR A CONSCIENCE İS
Zeynep TOZDUMAN
24 NİSAN BİR VİCDAN HAREKETİDİR
24 Nisan 1915’in üzerinden tam 101 yıl geçti. 101 yıldır ölüleri gömülmeyenlerin ülkesinde, belki de bu yüzden ne huzur var, ne de barış. Şimdi göklerde birer yıldız olan, kefensiz ölülerin ahıyla sulanmış dört bir yanımız.
Dile kolay!
101 yıllık yüzleşilmeyen acılarla yaşıyoruz. Daha dün gibi yaşanan acılar. Henüz yaralar sarılmadı.101 yıldır yaralarından, kan damlıyor insanların. Bu ülkenin kadim Hıristiyan halklarının yaşadığı, ama sizlerin inatla ve ısrarla görmediği 101 yıllık yas var bu ülkede yas. Geçtiğimiz 24 Nisan 2016’da İsveç’te TV4’de, Seyfo ( Süryani Soykırımı) belgeselini engellemeye çalışan İsveç’te yaşayan Azeri ve Türkiyeli Türkler, İsveç’te TV4 kanalında belgeselin yayınlanmaması için baskı kurmaları, asla anlaşılır bir durum değildir. Şahsımın da yer aldığı Seyfo belgeselinde genel olarak 1915’de yaşanan acılar dillendiriliyor.
Irkçılık öyle bir hastalık ki kan kokar nefesler.
Yine geçtiğimiz Nisan ayı başlarında hatırlarsanız! Sosyal ve görsel medyada, Azeriler; Dağlık Karabağ’da ateşkesi ihlal etmişti. Azerilere, ateşkesi ihlal etmek, yetmemiş olsa gerek bir de üstüne İsveç’te Ermeni düşmanlığı üzerine düzenledikleri miting de ”Ermeni itlere Ölüm” sloganları atılmıştı. Bunun sonucunda İsveç hükümeti, Türk işçi derneğini, Federasyondan attı. Hemen akabinde İsveç Yeşiller partisinden bakan olan Türk milletvekili Mehmet Kaplan’ın aşırı sağcı- antisemitik ve islamcılarla olan ilişkisi ve açıklamaları nedeniyle istifaya zorlanması ve ertesinde istifa etmek zorunda kalması partisinde ve İsveç’te krize yol açmıştır.
O gün, bu gündür aşırı sağcı, ırkçı Türkler yüzünden, İsveç’te sular bir türlü durulmadı. Hem suçlu, hem güçlü olmak deyimi tam da bu yaşananlar için olsa gerek. Bundan tam 101 yıl önce Anadolu denilen topraklarda işlenen İnsanlık suçuna, daha fazla ortak olmamak için bir Türk kadını olarak, acı yaşayan halklardan büyük insanlık önünde bir kez daha özür diliyorum.
Gelin!
Bu ölüleri hep birlikte kaldıralım ve artık huzur bulalım. 1.5 milyon Ermeni + 350.000 Pontus Rum + 400- 500.000 Süryani’nin katliama uğradığı bu büyük acının üzerindeki sis perdesini birlikte kaldıralım, geçmişimizle bir kez olsun yüzleşelim. Bu, vicdan sahibi herkesin insanlık görevidir aynı zamanda. Ülkemiz, 1915’den günümüze büyük bir mezarlığa dönüşmüştür. Bu, ölüyü kaldırmak en çokta, başta Türklere, Kürtlere, Araplara, Lazlara, Çerkezlere düşer. Soykırımda payı olanların torunlarına ve o dönemde emval-i metruklere el koyanlara ise daha çok görevler düşmektedir.
Sürekli bu konuda belge isteyenlere M.Kemal’in kurucu meclis konuşması bile yeterlidir, anlayana. Yüz yıldır sürekli bir şekilde arşivleri açtık diyen iktidarlar bilmeli ki Soykırım; salt bir evrak sahtekârlığınla açıklanacak kadar basit bir olay değildir. Soykırım; toplumsal ve politik bir olay olup, nüfusun demografik yapısının ve sermayenin el değiştirmesidir aynı zamanda.
Kemalist cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal, ilk kurucu meclisin açılışının ikinci günü, 24 Nisan 1920’de yaptığı bir konuşmada
”Ermeni katliamından ”utanılacak bir eylem” olarak söz etti. On iki gün sonra, Ordu Komutanı Kazım Karabekir’e gönderdiği bir mesajda, ”yeni bir Ermeni katliamı ” ihtimali karşısında duyduğu endişeyi dile getirirken, açıkça ”katliam”kelimesini kullandı. Mustafa Kemal’in bu katliamları kabul etmesi, katliam kurbanı Ermenilerin toplam sayısının 800.000 olduğunu açıkça söylemesiyle bu tavır özel bir anlam kazandı.”.(197).
Sayının 1,5 milyon ya da 800.000 olması bu topraklarda yaşatılan acı gerçeği değiştirmez. 1915 soykırımı ve akabinde İslamlaştırma ve asimilasyon politikaları sonucunda 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Ermeni nüfusu 123.612 ‘e düşmüştür. Genel toplam içindeki Gayri Müslim nüfusu ise % 1,1’e düşmüştür. Nasıl oluyor da 1915’e kadar her 5 kişiden birinin gayri Müslim olduğu Anadolu’da, nüfus 1927 yılında %1,1’e düştü. Suçluyuz hepimiz; bu yas, bu acı hepimizin.
24 Nisan 1915 tarihi, bu ülkenin kadim Hıristiyan halkları için büyük bir felaketin, kanlı ve kirli tarihimizin ise başlangıcıdır. Elbette bu topraklarda acılar ve zorla Müslümanlaştırmalar 1915’le başlamadı. Osmanlı’da uygulanan zımmi sözleşmesiyle elleri, kolları bağlanan gayri Müslim halklar 1842- 1844 Nasturi katliamı ile başlayan, 1915- 1924’e kadar sistematik bir şekilde devam eden katliamlar yüzünden, bu toprakların en kadim halkları; evlerinden, yurtlarından, acımasızca yok edildi.
Bir zamanlar her beş kişiden birinin Gayri Müslim olduğu bu ülkede, bu günkü nüfus popülâsyonuna göre en az 10- 15 milyon civarında olması gerekirken 60- 70.000 kişi kalmıştır. İnsan ata toprağını; ekonomik, sosyal nedenler dışında niye terk eder? Ana yurdunda, yaşatılan baskı ve korkulardan, gurbet ellerde niye hep gidemediği memleketinin hasretini çeker? Neden Ağrı( Ararat)’nın hep sol yanı ağrır? Neden Ararat sadece bir dağ değil de, derindir? Avrupa ve Amerika’da solunan her nefes, neden hep Mezopotamya kokar? Turabdin deyince neden hep gözyaşları sular Mardin’i? Bet Nahrin’li düşlerle rüyalara neden yatılır?
İsveç’teki TV 4’ü protesto edenler; Kadim Hıristiyan halklara bitmez, tükenmez nefret kusanlar, hiç düşündünüz mü? 1915’de katledilen ya sizin atalarınız olsaydı! Yine böyle mi davranacaktınız? Bir kez olsun empati kurun yalvarırım, anlamaya çalışın ötekini. Bu sizi yüceltir, insan yapar.
Her soykırımda yakılmış, yıkılmış, tahrip edilmiş, harabeye dönüşmüş, o şen ve canlı aile ocakları hep yok edilmiştir. Kadim Hıristiyan halkların; asırlık servetleri ve refahı erimiş, kiliseler, manastırlar, kabristanlar ve kutsal mekânlar kirletilmiş veya ahıra çevrilmiştir. Ölenleri kıskanacak kadar büyük acılar yaşayan kadınların ise tek düşündüğü durumlarının ne olacağıdır. Biz kadınlar biliyoruz ki kadınlar; her savaşta ve soykırımda iki kez kırıma uğruyoruz. Birincisi; etnik ve dini olarak, ikincisi; cinsiyet olarak ya tecavüze uğruyoruz ya da cellâtlarımıza eş, evlat edinilenerek kimliksizleştiriliyoruz. Tamda bu yüzden biz kadınların soykırımlara/ savaşlara daha fazla karşı çıkması gerekiyor.
Dün Ermeni, Süryani, Pontus Rumlar iç düşmandı. Bu gün ise Kürtler… Neden, şu üç günlük dünyada dostça yaşamak, paylaşmak varken hep bir düşman yaratıyorsunuz? Unutmayın ki herkes bir diğerine göre ötekidir. Türkiye dışında yaşayan her Türk, o ülkenin yurttaşlarına göre bir ötekidir.
Bir kez olsun ötekinin yüreğiyle bakabilseydik 101 yıllık acılara… Mezarsız ölülerin çığlıkları yankılanmazdı Sur, Cizre, Nusaybin, Silvan, Silopi, Van, Konsantinopolis ( İstanbul), Smyrina ( İzmir)’de. Kaldıralım üzerimizdeki bütün ölümcül kimlikleri, bir kez olsun insana yanmaya, insanı anlamaya gidelim.
Faşizme inat; ülkenin dört bir yanına barışın, hoş görünün, insanca ve eşit koşullarda yaşamanın tohumlarını ekelim.